Düğünler kurulurdu bizim küçelerde. Davete gerek kalmazdı, küçenin her ferdi düğünün sahibiydi. Ya kız bizim küçenin kızı, ya oğlan bizim küçenin oğluydu. Kadınlar hep bir ağızdan kaynanalara inat tatlı bir atışmanın keyfini yaşarlardı:(kazanlarda aş pişer kaynanaya iş düşer. Oğlan evine nur yağa kız evine taş yağa. Ya da ‘Oğlan bizim kız bizim’ türküleri yankılanırdı küçelerde. Ve bir masal güzelliğinde üç gün üç gece davul, zurna eşliğinde zılgıtlarla, halaylar çekilirdi düğünlerde.
Ölümler ayrı bir acı verirdi, küçemize, sadece ölü evinde şivanlar kopmazdı, tüm küçede yankılanırdı ağıt ve şivan sesleri. Küçe yaslı, küçe ağlamaklı olurdu. Ölen sadece bir evin babası, dedesi değildi tüm küçenin şeriğiydi. Radyo sesleri kesilir, düğünlerde zılgıt yerine sükûnet hâkimdi. Çünkü bu küçede ölüm vardı. Ve ölü tüm küçenin ölüsüydü.
Şimdilerde ölüler ağıtsız düğünler sahipsiz kaldı tıpkı küçelerimiz gibi…
KÜÇELERDE YAŞANAN O KADİM DOSTLUKLARIN TEKRAR YAŞANMASI DİLEĞİYLE…
ŞÜKRÜ DOLAŞ/ SİVEREK